Dünyayı doktorlar yönetse...

Murat Tuğrul Eren

Hekimlik ulvi değerlere sahip bir meslek…

Son günlerde gezegenimizde ulvilik namına ne varsa,
“Ne pahasına olursa olsun!” silahından çıkan “daha fazla tüketim!” mermileriyle ateş altındaysa da, bana göre hekimlik hala yaralanamamış ulvi bir meslek…

Hekimliğin bu  ulviliği, aslında “emanetin kıymeti” nden kaynaklanır!

Hekimlikte hasta, vücudunu ve sırlarını, bazen sevgiliye bile zor teslim edilen bu mahremiyetlerini kolayca hekime emanet eder! Bu kadar kolay emanet etme, din dışında başka bir mecrada da pek görülmez! Ancak, dinde emanet, beş duyumuzla fiziksel olarak algılanamayan yaratana yapılırken, buradaki emanet kendisi gibi etten kemikten bir insana, yani doktora  bahşedilir!

Hekimle hasta arasında paylaşılanlar, dindeki Tanrı ile kul arasında paylaşılandan da farklıdır! Dinde insanın bedeni, Tanrı tarafından zaten kula emanet edilmiştir; Tanrı, vücuttan öte, kula yaşamını ve aklını  vermiştir. Burada kul, Tanrı ile kendi mahremiyetini paylaşırken, bunu “yalvarma ve şükretme” şeklinde yapar. Bir derdi varsa da, bu derdinin çözüme kavuşup, kavuşmayacağından emin değildir, sadece ümit eder. Tanrı, derdi isterse çözer, istemezse çözmez, ama çözülemeyen dertlerin mutlaka bir amacı vardır; bu amacı ancak Tanrı bilir ve itiraz edilemez!

Sonuçta, Tanrı ile paylaşılanlar ve O’na emanet edilen mahremiyet,  mahrem e-postalara veya sms mesajlarına benzer! Zaten bize bu eposta veya sms ortamını  (yaşam dünyamızı) veren sunucular ( Tanrımız) aslında bütün mahremiyetimize vakıftır; istediği anda bizim yazdıklarımıza veya paylaştıklarımıza bakabilir!  Ama biz, sanki burada paylaştıklarımızın bütünüyle mahrem olduğu konusunda kendimizi kandırırız, başkası tarafından hiç okunamayacağını düşünerek, içten içe bilmemize rağmen, bile bile yanılsarız.

İş hekimliğe gelince, burada hastanın hekime emanet ettiği mahremiyet, gerçek bir mahremiyettir, dolaysızdır, yanılsama yoktur. Hasta, mahremiyetinin gideceği son durağı bilir, bundan emindir ve ara duraklar kesinlikle yoktur! En başta zaten hekim cismen bir varlıktır. Hastanın beş duyusuna da hitap eder. Tanrı veya ortam sunucular gibi fiziksel dünyanın ötesinde birşey değildir. Hastanın kendisi gibidir, insandır;hastadan farkı ise zorluklarla geçen eğitim ve çıraklık dönemi sonunda, hastanın hiçbir zaman vakıf olamayacağı bilgi ve melekelerle donatılmış bir mesleğe sahiptir. Böyle zor veya yetenek isteyen başka meslekler de olabilir, ama bu mesleğin farkı, derdi olan ve emanet edilen vücut, en kıymetlimizdir! Diğer meslek erbaplarına en fazla paramızı veririz; burada hekime, paradan bile kıymetlimizi emanet ederiz.

Hekim, bu emaneti alırken, yapılan sözleşme iki taraflı gibi gözükse de  tek taraflıdır. Sözleşmenin hasta tarafından imzalanan kısmının mürekkebi bir süre sonra uçan mürekkeplere benzer. Burada hekimin ücreti  yazar, ama bu hizmet, tercihen alınan bir hizmet değil, bireysele indirgenmiş bir kamu hizmeti gibidir. Bu hizmet devletlerin değil, insanlığın anayasasında yazar. Hekim, bu hizmeti vermek zorundadır, bu hizmet insanidir, hekimin bu işten para kazanması, hizmetin ulviliğinde eriyip gider, çok konuşulmaz. Söylediğim gibi, zaten mürekkep de çok hızlı uçar, kaybolur.

Ama hekim tarafındaki sözleşme kalıcıdır. Hatta ömür boyu sürer. İşin tuhaf yanı, bu sözleşmeyi istediğiniz kadar hasta hakları, kanunlar, tazminatlarla yazmaya çalışırsanız çalışın, bu sayfanın da mürekkebi özünde hekimin kaleminden çıkar. Çünkü, sözleşme kanun adamlarının yazdığının çok ötesinde, hastayı gördüğü andan itibaren  hekimin vicdan ve ahlak mürekkebi ile zaten yazılmıştır. Hasta da hekimle ilk tanıştığı andan itibaren gizliden gizliye hekimin bu ahlak ve vicdan mürekkebini sorgular, en kıymetlisi olan vücudunu da bu mürekkebin kalitesine göre daha rahat emanet eder.

Emanet alınan bu vücut, emanet alınan paraya veya mala benzemez. Hekimin kendisi de etten ve kemiktendir. Dolayısıyla, beden bedeni çeker ve hastanın her acısı veya sıkıntısı, hekimin kendi bedenine de bir mıknatıs  gibi yapışır. Kaybedilen bir para veya mal, ona ne kadar kıymet verdiğinle alakalıdır. Beden ise tüm hayatımız boyunca en kıymetlimiz olduğu için, hekimin bu “hastanın yerine kendini koyma” hadisesinden kaçışı yoktur, çünkü hekimin de en kıymetlisi kendi bedenidir. Hekimde  bu mıknatıslık nasıl doğal olarak oluşuyorsa, vicdanı da otomatik olarak oluşur. Çünkü, insanın hayatta en vicdanlı davrandığı kişi aslında kendisidir.

Hasta, hekime Tanrı’ya yalvardığı gibi yalvarmaz, ama Tanrı’ya şükrettiği gibi şükran duyar. Çünkü, hekimin derdini çözmesini ümit etmez, çözmesi gerektiğini düşünür. Tanrı  herşeye muktedirdir, ama sonuçta canı da alan Tanrı’dır. Hekim çok şeye muktedir olabilir,  ama can almaz, hekimin muktedirliğinin bittiği yerde Tanrı’nın ki başlar ve onunki sonsuzdur, sınırları bilinemez. Hekiminki sonsuz olmadığı için,  zaten bu kısıtlı muktedirlikte, hekimden tüm dertleri çözmesi beklenir. Dolayısıyla, hekime yalvarılmaz, hekimin yapması gereken zaten ondan beklenir. Ama hekime şükran duyulur, çünkü, işinin zor, dikkat ve fedakarlık gerektiren, bazen insanüstü çaba sergilenen bir iş olduğuna hasta birebir şahit olur. Gündüz beş saat ameliyat ettiği hastasına, aynı günün gecesinin üçünde oluşan  bir problem yüzünden cerrahın tekrar hastaneye gelip müdahele etmesi, hasta ve hasta yakınlarının gözünde insanüstü bir çaba olarak algılanır. Bunun gibi fedakarlıkları gören hasta, doktora gönülden borçlu hisseder, yani aslında bir nevi şükreder.

İşte bu pratiği hergün çok sayıda yaşayan hekim, bir süre sonra bedene karşı hissettiği sorumluluğu kendi özel yaşamına da taşır. Toplumda yaşanan olayları, hastalarıyla yaptığı sözleşmelerin kalıplarına oturtmaya başlar. Hekime göre, yapılan her iş, kendi hayatında olduğu gibi  hastası ve kendisi arasında yapılan sözleşme gibi olmalıdır; olabildiğince tek taraflı, fedakarca ve profesyonelce…Bu sözleşmenin kağıdı insan, mürekkebi ahlak ve vicdan olmalıdır! O yüzden kağıdı açgözlülük, mürekkebi bireyselcilik ve vicdansızlık olan sözleşmeleri anlayamaz, anlamak istemez! Maalesef çoğu hekim günümüzdeki sistemin dışında kalmıştır, o yüzden hekimlik dışında para kazanmaya çalışan hekimler bu zalim dış dünyada hüsrana uğrar!

Hekimin para kazanmaya çalışması da kendine acımasından kaynaklanır. Zekidir, işini iyi yapar, çok emek harcamıştır, ahlaklıdır, insancıldır,  ama bir süre sonra bakar ki bu değerler yazının başında  bahsettiğim mermilerle delik deşik olmuş, kendine biçtiği ve hakettiğini düşündüğü değerleri,  kendiliğinden kolayca paraya çevrilmiyor. Bunun üzerine, naif olanları  boşluğu doldurmak için felsefeye veya sanata yönelir. Daha çok para lazımsa eğer, tıbbi piyasa işlerine de bulaşmak gerekir.

Hekimler ve hastalarıyla olan ilişkileri hakkında tüm bu okuduklarınızı düşündüğümüzde, günümüz ekonomisinin, sosyal hayatının ve politik olaylarının, akıllı ve uslu insanlarca da her daim dile getirildiği gibi insanlık için büyük sıkıntılar oluşturduğunu  kabul edersek, bu sıkıntıları aşmak için, dünyayı yönetenleri değiştirmek istesek,  hekimleri aday gösterebilir miyiz?

Bir kere en basit anlatımla bir hekimin emanete hıyanetlik yapması zordur, o zaman kendisiyle fena çelişir. Dolayısıyla kendisine emanet edilen bir görevi ne olursa olsun, hangi fedakarlığı gerektirirse gerektirsin, onu tamamlayana kadar çalışması beklenir.

Mahremiyete saygılıdır, değerini bilir. O yüzden insanların mahremiyetine karışmaz, ifade özgürlüğü onun için çoktan yemiş yutmuş olduğu bir lokmadır aslında. Dolayısıyla hekimde, dünyanın neresinde doğarsa doğsun, Avrupanın yüzyıllar boyunca didinip kendine kazandırdığı ifade özgürlüğü değeri, hekimlikte doğal yoldan bir insan ömrü zamanda oluşması gerekir.

Hekim, insan haklarına saygılıdır. Çünkü, savaşı görmüş birinin savaşın gerçekliğine en fazla vakıf olması gibi, hastalıkları ve çekilen acıları gördükçe insana ve insanın yaşama hakkına en fazla vakıf olandır.

Demokrattır, hastasının dil, din, ırk, karakteri ne olursa olsun, tedavisini en iyi şekilde yapar, yoksa huzursuz olur. Onun demokrasi törpüsü, mesleğinde hastalarıyla geçirdiği ve çekilen acıların dilinin, dininin, ırkının ve karaterinin olmadığını anladığı yıllarıdır.

Vicdanlıdır ve ahlaklıdır, çünkü mesleği hergün başkalarının yerine kendini koymayı ona öğretmiştir.

Paranın sınırını bilir, en kıymetlimiz olmadığını,  en kıymetlimizin, sağlıklı ve mutlu yaşamak olduğunu bünyesinde taşıdığı binlerce acı çekmiş hastanın, bir dövme gibi kalıcı, sembolik anılarıyla çok iyi anlar.

Aynı zamanda  aktivisttir, bu yaşanılan acılara seyirci kalmaz, düzeltmek için elinden gelen her türlü fedakarlığı yapar.

Bu özellikleri, günümüz yönetenler dünyasında samimi bir şekilde bulmak zordur. Ama, hekimliğin mayasında oluşması çok daha kolaydır.

Ütopik bile olsa, sizce dünyayı hekimler yönetse daha iyi olmaz mı?

Dr. Murat Tuğrul EREN
 

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar