Aramızda kalmasın!

Senem Köksal

Bu yıl dizi seyretmeyeceğim derken büyük konuşmuşum. Aramızda Kalsın beni 17. bölümünden öyle bir yakaladı ki bir hafta içinde kaçırdığım tüm bölümleri izledim. İzledikçe de daha çok sevdim. Sevmek ne kelime, bazı bölümlerde o evde olmak, o sofrada oturmak, halalarla çay içmek, Arife ve Ceylan'la çekirdek çitlemek istedim. Yadigâr’la Civan'ın sessiz aşklarına bayıldım. Dizinin tek kötü yanı, seyir esnasında iştahımda muazzam bir artışa yol açması. Zira Hüsne öyle güzel yemek yiyor ki reklam arasında en yakın kebapçıyı arayıp, aynen onun dediği gibi, bir lahmacundur, bir pidedir, bir içli köftedir, artık Allah ne verdiyse sipariş vermemek için kendimi zor tutuyorum. Tabii bir de taze soğan meselesi var. Sanırım taze soğan taze soğan olalı hiç bu kadar iştahla yenmemiştir! 

En son aynı hissiyatla izlediğim dizi Canım Ailem'di. Onu da yine ortalarından bir yerinden yakalamış kısa sürede tiryakisi olmuştum. Meliha'yla Samim, Seyhan'la Ali, Feride'yle Halim... Aşkı öyle güzel yaşıyorlardı ki içinde kaybolup gidiyordum. 

Her iki dizinin de beni böyle içine çekmesi elbette bir tesadüf değil. Çünkü iki dizi de senarist Selin Tunç'un elinden çıkma. 

Selin Tunç yanı başımızdan, eşimizden, dostumuzdan, hayatın içinden öyle basit ama öyle güzel, öyle içten hikâyeler sunuyor ki belki de bu yüzden her bir karakter kısa sürede çok uzun zamandır tanıdığımız birileri haline geliveriyor. Bildiğimiz, hep bizimle olan ama unuttuğumuz bir sürü duygu yeniden canlanıyor. Bizi yoran, sıkan, kimi zaman da köşeye sıkıştıran hayat sanki o anlarda donuyor, orada yeni bir hayat başlıyor. 

Yani en azından benim için öyle.

Ha, tabii hikâye ve senaryo kadar oyuncuların da hakkını vermek lazım. Her birinin emeğine, yüreğine sağlık.

Sözün özü; henüz keşfetmediyseniz bile olsun, geç değil. 

İzleyin, izleyin ki aramızda kalmasın!

Dünyanın en zor mesleği

Geçtiğimiz haftalarda internette yayınlanan bir video kısa sürede çok sayıda kişi tarafından izlendi. Video konferans yöntemiyle yapılan bir iş görüşmesini konu alan videoda, şirket yetkilisi adaylara söz konusu işin tanımını yapıyor ve kendilerinden beklenenleri sıralıyordu. Buna göre işin unvanı operasyon müdürüydü. Kulağa hiç de kötü gelmiyordu. Ancak yetkili, adaylara yapacakları işleri anlattıkça işin rengi biraz değişti. 

Adaylardan haftada 7 gün, günde 24 saat, sürekli ya da çoğunlukla ayakta ve eğilerek çalışmaları, her koşulda enerjik olmaları, pek çok şeyi aynı anda yapabilmeleri, üstün bir pazarlık kabiliyeti, insan ilişkileri, finans ve mutfak konularında bilgi ve beceri sahibi olmaları isteniyordu. Üstelik hepsi bu kadar da değildi. Hayatlarından tamamen vazgeçmeleri, resmi tatillerden feragat etmeleri ve uykuyu unutmaları gerekiyordu. Tüm bunların üstüne, yetkili bir de pozisyon için herhangi bir ödeme yapılmayacağını söylediğinde adaylarda film koptu. 

İşi insanlık dışı, zalimce bulanların yanında kölelik ve delilik olarak tanımlayanlar da oldu. Neredeyse tamamı isyan etti: Kim böyle bir işi yapardı ki?

Şirket yetkilisi soruyu cevaplamakta gecikmedi. Bu işi yapan birileri vardı. 

Nam-ı diğer operasyon müdürleri annelerden başkası değildi.

Eski bir reklamda da anlatıldığı üzere hem doktor, hem mühendis, hem aşçı, hem ayakkabı bağlayıcısı anneler, hiçbir ücret almadan ve çoğu zaman da "bütün gün ne yapıyorsun ki?" sorusuna maruz kalarak asırlardır görevlerini itinayla ve eksiksiz olarak yerine getiriyorlar.

Bence bu pazar bunu bir kez daha düşünmekte fayda var gibi.

Siz ne dersiniz?

 

 

 

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar