İtiraf ediyorum: Ben saygısızım!

Senem Köksal

Instagram'da yeni sayılırım. Aslında Facebook ve Twitter'dan sonra Foursquare, Pinterest ve buna benzer diğer uygulamalara hiç bulaşmamıştım. Mahalle baskısına daha fazla dayanamayınca ben de bir hesap açıverdim. Esasen ben ne Facebook, ne Twitter, ne de Instagram için şahane bir kullanıcı değilim. Hoş olsam ne olur, olmasam ne olur? Benim derdim belli, onlar benim oyun bahçelerim. Günde bir iki kez, ne oluyor, ne bitiyor diye bakar sonra da kapatırım. Güzel fotoğraflara görür, ilgimi çeken yazıları okur, arada da canımın istediğini paylaşır, olay mahallini terk ederim. Ama böyle yapan kaç kişi kaldı ki?

Amerikan filmlerinin meşhur bir sahnesi vardır: Bir grup insan toplanır ve sırayla itiraf ederler, ben alkoliğim, ben şöyleyim, ben böyleyim diye. Aynısından bize lazım bu ara. Zira milletçe terapiye en çok ihtiyacımız olduğu bir dönemdeyiz diye düşünüyorum. Ben size söyleyeyim, hiçbir şey değil, bizi bu nefret öldürecek! Neredeyse herkes adını koyamadığım bir ruh haliyle, mütemadiyen ve zevkle birilerinden nefret ediyor. Hayır, tam acaba bende mi bir problem var, belki de benim takip ettiğim insanlar için böyle şeyler oluyordur diye düşünürken, geri kalanın da güllük gülistanlık olmadığını gayet iyi anladım.

Geçen hafta gazeteler, Serdar Ortaç'ın MS hastalığına yakalandığını sosyal medya aracılığıyla paylaşmasının ardından kendisine "keşke ölsen" türünde tweetler atıldığını yazdı. Sanırım terapiye ihtiyacımız var derken, pek yanılmıyorum. Üstelik grubun sloganını bile buldum. İtiraf ediyorum: ben saygısızım!

Diyelim adamdan gerçekten hoşlanmıyorsunuz. Hadi durumu biraz daha sertleştirelim, adamdan hiç haz etmiyor ve evet anladık adamdan nefret ediyorsunuz. Neticede nefret de bir duygu, bunu anlamak biraz daha imkân dâhilinde. Ama sırf birinden nefret ettiğiniz için o kişinin ölümünü istemenin pek de sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Hele hele söz konusu bir ünlüyse durum bana daha da travmatik görünüyor. Neticede ışıklar altında, suni bir dünyada görüp takip ettiğimiz insanların ancak bize sundukları ya da bize sunulan taraflarını görebiliyoruz. Neyin gerçek, neyin yalan olduğunu bilmeden ya onlara sövüyor, ya onları seviyoruz. Serdar Ortaç'a "keşke ölsen" türünde mesajlar atan insanların içlerinde kendi arkadaşları içinde benzer duygular barındırabileceğini düşünmek hiç de zor değil. Merak ediyorum,  bu insanlar günlük hayatlarında kalkıp da bir arkadaşının Facebook duvarına senden nefret ediyorum, keşke ölsen, diye yazabilirler mi? Sanmıyorum.

Anlayamadığım bir başka şey de, insanlar sırf birilerine sövüp rahatlamak için inanılmaz bir mesai harcıyorlar. Sahte profiller yaratıp, bütün gün ona buna sataşıyorlar. Bu kadar çabaya kesin daha faydalı bir şeyler yapılır ama işte zevk onların, keyif onların.

Herkesin elinde bir klavyeyle birbirine istediği gibi saydığı, sövdüğü, bunun adının sosyallik, bunun adının özgürlük olduğu bu ortamdan ışık hızıyla uzaklaşıp, "bak postacı geliyor, selam veriyor çağlarına" geri dönmek istiyorum. Ben özgürlüğün de bir tanımı vardı diye hatırlıyorum. Bir de sanki o zamanlar herkes daha bir sevecendi.

Yoksa ben mi yanılıyorum?

 

 

 

 

 

 

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar