Kediyi öldüren merak…

Senem Köksal

Bir İngiliz atasözü der ki, kediyi merak öldürür. Yani fazla merak iyi değildir. Bu sebepten midir bilmem ama hiçbir İngiliz’den “e, var mı yakında evlilik?” türü bir cümle duymazsınız. Fakat yurdum insanı öyle değildir. Buradan İsviçreli bilim adamlarına seslenmek istiyorum: Garip ve bir o kadar gereksiz konuyla uğraşacağınıza Allah rızası için Türk insanın sonu gelmez merakının peşine düşün!
Artık kültürel miras mı, genetik hasar mı bilemeyeceğim ama bizde, sevgiliyi gören nişanı, nişanı duyan düğünü, halayı çeken çocuğu sorar ve fakat yetmez! Zira artık merak edilen ikinci çocuktur. İşte ben de şu an tam o noktadayım.

Bu aralar kimi görsem “e, hadi artık yapıverin ikinciyi de” diyor. Sanki yumurtayla şekeri çırpıp kek yapıyoruz. Düşünüyor musunuz, istiyor musunuz diye soran yok. Daimi bir talep: Yapın da yapın. Onlar sormaktan çekinmiyor, ben derdimi anlatana kadar şekilden şekile giriyorum. A, bir de bakıyorum uzun uzun açıklamalar falan yapıyorum. Yok öyle, yok böyle diye. Malum bizde çat diye fikrini söylemek de ayıp. "Sana ne" desem terbiyesiz olurum. O nedenle şuradan iki satır yazıp derdimi anlatmak isterim.

Şimdi ikinci çocuğu merak ediyorsunuz da mesela anne ne istiyor diye hiç sormuyorsunuz. Bu kadının acaba anne olmaktan başka bir hayali var mıdır diye merak etmiyorsunuz. Evet, memlekete bebek bezinin henüz giriş yapmadığı yıllarda gündüz işe giden, öğle arasında eve gelip çocuğunu emziren, gece herkes yatınca yaprak sarması yapan bir annenin kızı olabilirim ama demek ki genetik aktarımda bir hata oluşmuş. Son derece rahat bir ortamda çocuk büyütüyorum ama yine de oflayıp pufluyorum.

Neden mi?

Eski kadınların hemen hepsi evim, kocam, çocuğum programıyla yetişmiş. Onlar için öncelik o. Bizim nesil tam öyle değil, biraz arada derede. Bende de domestik kalıntılar bulmak mümkün ama tamamen de öyle değil işte. Evet, evim, kocam, çocuğum olsun ama ben de olayım durumu var. Bir yanım evde pilav yapmak istiyor, diğer yanım sokağa çıkıp hayata karışmak. Bir taraftan ilkokuldaki hayat bilgisi kitabındaki mutlu aile tablosunda (hani dede, nine, çocuklar, ortada bir soba, üstünde kestaneler) olmak istiyorum, diğer taraftan plazalardaki toplantı odalarında. Anlayacağınız durumlar biraz karışık. Biraz ikircikli. Zaman çok değişti ve değişmeye de devam ediyor. Şimdi her şey daha hızlı. Her şey hem çok kolay, hem çok zor.

Hal böyle olunca da öyle hop diye karar veremiyor insan. Çocuk demek emek demek. Yani öyle aradan çıkarılacak bir şey değil. Zaten "şey" hiç değil.

E, yine merakta bırakacağım ama ne diyeyim artık, kısmetse olur.


 

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar