Ofiste aşna fişne!

Senem Köksal

Başlığın altını yaşanmış bir hikâye ile doldurmak isterdim ama maalesef bu, henüz bitirmiş olduğum kitabım In Office Hours/Mesai Saatlerinde’nin ana fikri.

Roman, iki kadın etrafında dönüyor. Bunlardan biri Stella. 44 yaşında, evli, iki çocuklu ve üst düzey yaşayan bir üst düzey yönetici. Diğeri Bella. 27 yaşında, oldukça güzel ve bir o kadar da zeki. Üst düzey bir yöneticinin asistanı. Yazık ki üniversite yıllarında anne sözü dinlemeyerek takıldığı adamdan bir de kız var ve elbette adam yanında değil. Yani, kendisi bir “bekâr anne”. İkisi de Londra’da bulunan Atlantik Enerji’de çalışıyor. 

Ama esasen elleri işte gözleri oynaşta! 

Stella, stajyeri Rhys’la, Bella ise asiste ettiği evli patronu James’le birlikte olmaya başlıyor. İşte bu noktadan sonra işler karışıyor. İki kadın da tüm sahip olduklarını ve elbette olacaklarını riske edip kendilerini bir bilinmezliğe bırakıyor. 

Önce tatlı tatlı karınları ağrıyor, sonra başları. Sancılar, gelgitler hiç eksik olmuyor hayatlarından. Dışarıdan bakıldığında asla anlaşılamayan ve aslında kendilerinin de anlayamadıkları, akla gelebilecek ve hatta gelmeyecek her yerde dakikalarla sınırlandırılmış sevişmeler, e-postalara eklenen öfkeler, hüzünler, telefon mesajlarına endeksli kalp atışlarıyla bezeli bir garip ilişki içinde kendilerini tanımaya çalışıyorlar. 

Stella, hayatı boyunca hep başarılı olmanın kendisine nasıl faturalar kestiğini, ruhunda ve zihninde ne kadar çok açılmamış çekmece olduğunu bu sırada öğreniyor. Bella ise ne hissettiğinden çok, nasıl hissettirildiğiyle ilgileniyor. Yalnızca mutlu olduğu zamanlarda asılı kalıp, özlemleriyle, hayalleriyle biçtiği büyük beden elbiseleri ısrarla karşısındaki adama giydirmeye çalışıyor.    

Gelelim Rhys ve James’ e. Bazen çok cesur, bazen çok korkaklar. Bazen süper duyarlı, bazen küfür ettirecek kadar düşüncesiz. Çoğu zaman da anlaşılmaz.

Sonra neler mi oluyor?

Belki, okursunuz, anlatmayayım.

Aynı zamanda, Financial Times’da köşe yazarlığı yapan Lucy Kellaway’in ikinci kitabı In Office Hours, dili ve anlatımıyla sürükleyici bir roman. Ne yazık ki kitabın Türkçesine rastlamadım. Ama şayet İngilizce kitap okuyorsanız kaçırmayın derim. 

Behlül kaçamıyor!

Tam da acaba bu yaz televizyonlarda neden Aşk-ı Memnu’nun tekrarını göremedik diye düşünürken hafta başında bir de baktım ki dizi yeniden ekranlarda. Üstelik günde iki kez! Meğer Eylül’ü bekliyorlarmış. Esasen eski reytingleri dikkate alındığında diziyi yeni sezon sabah ve öğle kuşağındaki programların karşısına dikmek pek bir akıllıca. Üstelik sosyal medyadaki yansımalarına bakılırsa dizi izleyicisi eski heyecanından bir şey kaybetmemiş gibi duruyor. Zira Aşk-ı Memnu, yeniden yayınlanmaya başladığı gün Twitter’da en çok konuşulan konulardan biri olmuş. 

İddia ediyorum, aynı ekip toplanıp yeni bir dizi yapsa bu kadar tutmaz. 

Anlaşılan o ki, o şahane ev, o tantanalı hayat, o günde on kere değiştirilen kıyafetler, o zincirleme aşk trafiği ve galiba en çok da Bihter ve Behlül çok sevilmiş. Yoksa bir dizi ne diye bu kadar çok seyredilsin? Üstelik tekrar tekrar. 

Yakında Doktorlar da yayınlanmaya başlayabilir, hazırlıklı olmak da fayda var.

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar