GÜZEL, NE GÜZEL OLMUŞSUN

Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle artan estetik operasyonlar, yerini sağlıklı yaşam metodlarına bırakmaya başladı.

Hande Büşra Koca

Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle artan estetik operasyonlar, yerini sağlıklı yaşam metodlarına bırakmaya başladı. O kadar çok yöntem var ki insanlar hangi yöntemi uygulayacağını şaşırıyor. Açıkçası hanımlar olarak biraz sevinçliyiz; çünkü ideal beden düşüncesine farklı yöntemlerle ulaşılması bile bizi bir parça özgür kılıyor.

En azından yöntemimizi kendimiz belirleyebiliyor ve her dönemde değişen beslenme politikalarına fazla taviz vermiyoruz. Ancak bu durum estetik operasyonları azaltmıyor; aksine doğal yöntemlerle paralel uygulamalar geliştirilmesi insanları estetik operasyonlara daha çok teşvik ediyor. Doğal ve sağlıklı yöntemler ile teknolojik yöntemler arasında sık sık gidip geldiğimiz oluyor.
Başka bir deyişle, kusursuzluğa olan özlemimiz ile sonsuzluğa olan özlemimiz uluorta kapışıyor. Aslında onlar hep kapışıyor. Sanırım tam da bu yüzden bazı gerçekleri kabul etmek gerekiyor: Ne kadar sağlıksız olursa olsun “estetik” olarak tasvir edilen herşey bizde bir şekilde pozitif refleks oluşturduğu için aklımıza ilk olarak güzellik olgusu geliyor ve güzele teşne benliğimizin bazı güzellik tercihleri var.

Peki güzel nedir? Nerede bulunur? Varoluşsal bir özellik midir? Yoksa kalıtsal mı? Sonradan kazanılır mı? Manavdan satın alabilir miyiz? Güzellik ayva mıdır? Evet güzellik ayvadır; ancak hormonlu mu hormonsuz mu olduğu konusu tartışmalıdır ve bence hormonlu olduğunda, işin içine insan müdahalesi girdiğinden güzelliği bir parça azalır. Faydası da! Hey faydacı William beni hatırladın mı? Öncelikle belirtmek isterim ki güzel olduğu iddiasıyla reklamı yapılan, müdahaleye uğrayan, değişim geçiren herhangi bir varlık gerçekten güzel olsa bile –ki buradaki
gerçekliğin dahi zahiri mi batıni mi olduğu tartışmalıdır-güzelliğinden bir parça eksilmiştir. Bu benim yargım, belki de önyargımdır. Ancak bilimsel araştırmalar gösteriyor ki yeryüzünde  “altın oran” diye bir şey sahiden vardır. O halde göze hoş gelen şeylerin bu orana yaklaştığı ölçüde güzel olduğu savını ileri sürebilir miyiz?

Gönüle hoş gelen şeylerden vazgeçebilir miyiz? İlhan Şeşen’in bir şarkısı var: “Aylar geçti, yıllar geçti, benden geçti aşkolsun. Renkler soldu, gün kayboldu, akşam oldu sen yoksun!” Dur İlhan bey nereden çıktın şimdi? Sen ellerinde çiçeklerle kapıda biraz daha bekle. İşimiz var ayol. Hem sen de böyle güzelsin be!
Acaba senin sesinde de altın tozu mu var? Ondan mı arada çıkardığın hışırtılar?
Altın oran; matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği düşünülen geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. En çok da sanatta ve mimaride kullanılmıştır. İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci’nin bulduğu sayı dizininin en birincil örneğinin insan vücudu olduğu ve hatta Leonardo da Vinci’nin bunu kanıtlayan çalışmasını 1492’de tamamladığı düşünülüyor. Aynı oranın ayçiçekte, insan yüzünde ve Picasso resimlerinde olduğu da anlaşılmış.

Piramitler ve Mimar Sinan’ın pek çok eserinin mükemmel görüntüsünün altında da altın oran mucizesinin yattığı defalarca tekraredildi. Görüldüğü üzere altın oran mimaride çok etkili; fakat vazgeçilmez değil. Ernst Neufert; Weimar Devlet İnşaat Yüksekokulu’nda verdiği derslerden derlediği kitabının öndeyişinde; “Ebedi olma öğretisinin temeli, gelişimin hizmetçisinin bitmiş tarifler,kutucuklarda hazır
bilgelikler, konservelenmiş bilgelikten ziyade; yapıtaşları elemanlar, köşeler ve bunlarla beraber birleştirmenin, inşa etmenin, şekil vermenin ve nihayet uyum yöntemlerini sunmasına dayanır.” diyor. Hatta Nietzsche’den alıntı yaparak “Ancak kendisini geliştiren benimle ilişkisini sürdürür.” savından hareketle öğrencilerine tinsel tavrı kazandırmayı hedeflemiş. Dolayısıyla yapı tasarımını anlattığı kitabında köşeleri yada kenarları vermeyi taahhüt ederken gerçek bir öğretmen gibi köşeleri ve kenarları birleştirmeyi öğrencisine bırakacağını ifade ediyor. Çünkü o; doğuştan mimar olan kişilerin kendi dünyasında tasavvur etmek isteyeceği onlarca ideal olduğunu, bu kişilerin renkleri, malzemeleri kullanarak çaba harcamaya özlem duyduğunu ve inşa etmenin, kişinin kendisine has bir özelliği olduğunu düşünüyor. Buradan hareketle güzellik duygusunun yaratılıştan geldiğini söyleyebiliriz. Zira
Ebedi Olan’ın altın oranı sağlayan bir “Adem” yaratmasından daha doğal ne olabilir ki? Tam burada aklıma bir soru takılıyor: Mısır piramitlerinin de Mimar Sinan eserlerinin de altın oranı sağladığı tespit edildiği halde; neden insanlar birini uzaylıların kondurduğunu düşünüp işin içinden sıyrılırken, bir diğerini muhteşem insan zekasına atfederek hiç tereddüt etmiyor?

Acaba güzellik yaratılıştan geldiği kadar, yaşayıştan etkileniyor olabilir mi? Altın oranı sağladığı halde ayçekirdeği sevmeyen biri için ayçiçek ne kadar anlamsızsa, Picasso eserleri hakkında bilgi sahibi olmayan biri için de onun eserleri o kadar anlamsız ve Picasso nasıl ünlü olduğu anlaşılmayan abuk bir ressamdan ibaret. Demek ki güzelliğin kendisi ile güzellik algımız arasında ciddi bir fark var. Demek ki güzel olması için altın oranı yakalaması gerektiğini düşündüğümüz her varlık-canlı yahut cansız olsun-güzellik anlayışımızla örtüştüğü ölçüde güzel. Yoksa her bakımdan altın oranı tutturan bir insanın sıfatında gördüğüm iblisi nasıl açıklarım?
Her ne kadar insanı hayvandan ayıran temel özelliğinin akletmek olduğu iddia edilse de insanın yaratılıştan gelen tek özelliği düşünmek değil. Güzellik, inanç ve estetik gibi bazı yüksek duygular da doğada insana özgülenmiş durumda. Dolayısıyla güzellik karşısında verdiğimiz tepkiler de kendiliğinden oluşan reflekslerimizle açıklanabilir. Bu yüzden bazen bir çiçek, bazen de gün batımı tarafımızca fotoğraflanıp instagram’da sergileniyor. İşbu fotoğrafın bir sanat eseri olmadığının elbette hepimiz farkındayız; ancak çiçeğin ya da gün batımının kendisinden kaynaklanan ve sanattan da ileri gelen bu güzellik hissiyatından ve
diğer insanlarda oluşturacağı güzel duygulardan şüphemiz yok demek.
Platon, Hegel ve Heidegger güzelliği ide ile birleştirmiş.

İde: kendiliğinden var olan,duyularla değil ruhsal olarak, anımsama yoluyla kavranabilen ya da duyularla yalnızca görüngüleri algılanabilen asıl gerçeklik. İdeyi, dolaylı yoldan güzelliği, hakikatle özdeşleştirmişler. Demek gerçek olduğunca güzel, güzel olduğunca gerçek olduğunda; estetikten bahsedebiliriz. Buna ilişkin üçünden de onlarca güzel alıntı yapabilirim. Fakat o zaman güzel olmaz.  Sıkıcı ve teknik olur. Bir solukta hap gibi yutulabilecek şeyler söylemezsem, beğeni alamam. Bu yüzden daha nokta atışı hareketlerle ilerleyerek herkesi tüketen topluma tüketsin diye çığlıklarımın yalnızca en tiz sesini sunmalıyım ki en azından bir süre daha varolabileyim. Ne dersin? Zira sözcüklerim kıskanç bir mahluka maruz kalırsa “bu da kendini bir şey zannediyor be” diyerek gönlümü incitebilir. Peki bu güzel olur mu? Hemen olmaz deme! Yıkımdan beslenen kimseler için gayet de güzel bir sonuç olur. Çünkü güzellik
aslında fıtri olduğu kadar ırsidir; ancak yine de bazı güzelliklerin sonradan öğrenildiğini söylemek mümkün. Güzellik her daim bulunduğu çağdan, kitlesel faaliyetlerden, eğitimden ve hatta tercihlerden etkilenir. Hatta bu yüzden zaman zaman gelişirken zaman zaman da körelir. Ancak bizim karanlık tarafla pek de işimiz yok. Gördün mü aydınlığı karanlığa tercih ederek güzelliği nerede arayacağımı sınırladım. Sınırladığımı varsaydım desek daha doğru olur ve güzelliği arayacağım alanı sınırlamam, diğer ihtimallerin güzelliğini yok etmez. Gazali’nin de dediği gibi “İki şey vardır ki onlar için sınır yoktur, biri cemal diğeri ise beyan.”
Aa altın oranı tutturan bir yüzde “Lucifer” görmeme sebep teşkil eden şeyi buldum mu acaba?

-Geldim İlhan bey, geldim. Çiçekler duruyor mu?

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar