Kadınlar ve Fatımalar Üzerine

Kapı çaldı. Gelen Fatımaydı. Fatma değil, Fatıma... Bir “ı” sesi neyi değişterecek ki deme lütfen. Bir “ı” sesi çok şeyi değiştirir.

Hande Büşra Koca

Kapı çaldı. Gelen Fatımaydı. Fatma değil, Fatıma... Bir “ı” sesi neyi değişterecek
ki deme lütfen. Bir “ı” sesi çok şeyi değiştirir. Suriyeli Fatıma; üniversite öğrencisi, bir de sevgilisi var. O da aynı okuldan. Evleniyorlar. Sonra savaş çıkıyor. Fatıma ailesiyle birlikte Türkiye’ye geliyor. Gelmek çok yetersiz bir kelime oldu. Kaçıyorlar desek daha doğru olacak. Karı-koca çalışıyorlar ya da çoğu bulabilmek için aza tamah etmiyorlar da denilebilir. Fatıma’nın baba ocağı ise birkaç sokak ileride. Bir gün hep birlikte evimize gelerek eşiyle yaşamak üzere dairemizi kiralıyorlar.

Hukuki bir şeyler zırvalayarak rüştümüzü ispat etmemiz bekleniyorsa belirtelim hemen: Tarafımıza bedel ödemek suretiyle dairemizi aile konutu olarak kullanmak üzere kira sözleşmesi akdediyorlar. Bu arada Suriyeliler İstanbul’da kiraları çok arttırdı? Haberin var değil mi? Hani o Suriyelilerden nefret eden; ama normal şartlarda işyeri olarak kiraladıkları dükkanlarının, ev gibi kullanılmasına göz yuman amcalar var ya. İşte o amcaların işbu eylemlerine gerekçe teşkil eden yegane sebep; Suriyelilerin kafalarını sokacak dört duvarı bulur bulmaz, ederinden fazla değerde olup olmadığını tartmaksızın, karda-kışta-ayazda kalmamak için söz konusu yeri kiralamak istemesi... Her neyse amcalara daha sonra da kızabiliriz; çünkü kapı çaldı. Gelen Fatımaydı. Bitirim bir kardeşi var. Ailede en iyi Türkçe konuşan o. Kuvvetle ihtimal bu yüzden yanında... Fatıma her zaman olduğu gibi
o gün de suratına kocaman tebessümünü kondurmuş; fakat zeytin gözleri kırgın budefa. “Eve ailem taşınabilir mi?” diye soruyor. Eşiyle ayrılıyorlarmış. Kabul ediyoruz ve tabiri caizse konuyu fazla didiklemiyoruz. Neden biliyor musun? Çok bilmek bazen sorumlu hissetmeyi de beraberinde getirir ve herşeyden maksimum düzeyde sorumlu hissedersek hayat çekilmez hale gelebilir.

Fatıma’nın ailesi giriş kata taşınıyor. Aile konutu, sahiden aile konutu olarak
kullanılmaya başlıyor. Çünkü baba ocağı denen o şey var ya. İşte o şey; yalnızca güven telkin ettiğinde gerçek bir aileden bahsedilebiliyor. Fatıma’nın da bir babası var. Türkçe bilmiyor. Bazen karşılaşıyoruz. “Selamunaleyküm” diyor, sonra başını eğiyor. O amca her Selamunaleyküm dediğinde benim içimde neden ılık sular akıyor? Zaman geçiyor. Çok değil, az bir zaman... Amca “Merhaba’’?demeyi de öğreniyor. Fatıma’yı amca kadar sık göremiyorum. Muhtemelen sigortasız bir işte canı çıkana kadar çalışıyor. Bir gün yine kapı çalıyor. Fatma geliyor. Yanında yine bitirim kardeşi. Elinde bir de kağıt parçası... “Bu benim mihirim. Bu senetteki parayı eski eşimden almak istiyorum. Alabilir miyiz?” diye soruyor. Evirip çeviriyorum kağıdı. Arap harfleriyle düzenlenen senedin üstünde Fatıma’nın babasının ve eşinin adını okuyabiliyorum yalnızca. İstemsizce soruyorum: Evlilik cüzdanı gibi birşey var mı ya da senin imzaladığın bir şey? Önce anlamıyor.

-“Iııııı” yok. ( Bir “ı” sesi çok şeyi değiştirir demiştim. Birden fazla “ı”nın neleri
barıdırabildiğini gördün mü?)
-Polise gittin mi?
-Polise gidersem paramı alamam. T.C. kimliği yok. Kaçak geldi.-Kaçak mı geldi?
-Evet kaçak geldi.
-Pasaportu da yok mu?
-“Yok abla polise gidersek, yakalayıp Suriye’ye geri gönderirler, hiç alamayız
parayı.”diye bitirim kardeş araya giriyor. Fatıma’ya bakıyorum. Tebessüm ediyor.
Yaratıcı; bu kızın güleçliğini makyaj niyetine kondurmuş. Kalbimden trenler kalkıyor. Duruyor. Kalkıyor. Duruyor. Burnumun direği yok oldu sanki. Gözlerime hakim olmayaçalışıyorum; çünkü bütün güleçliğiyle karşımda duran Fatıma’nın gururunu incitmekten korkuyorum. “Bir ağabeyim var Fatıma, ona soracağım.” diyorum. Oysa sormayacağım.Cevabını bildiğimiz soruları sormamalıyız. Yine de bir kaç kelam edebiliriz Fatıma için yahut iyi dileklerimizi sunabiliriz. Peki bu neyi değiştirir? Kaç “ı” sesi gerekir?İşlevsiz bir senetle bakıştığım o 25 dakikada hissettiklerim, kaç temenni gerektirir?

Eskiden kadınlara ilişkin bir kaç kelam etmem icap etseydi, kelimelerim öncelikle
bey kişilere sirayet etsin isterdim. Onlara meramımı doğru düzgün anlatabilirsem,
yıllardır kadınlar üzerinde süregelen felaketler silsilesinin, kara bahtın ve kör talihin
hafifleyeceğini zannederdim. Çünkü ben de herkes kadar insandım ve bir sorun
oluştuğunda en kabahatli gözükene yüklenmek her zaman en kolay yoldu. Zaman
geçtikçe insan daha iyi anlıyor; yalnızca beylere kızmanın yersiz olduğunu... İşlevsiz olduğunu... İşlevsiz olduğunu... İşlevsiz olduğunu... Yabancı bir ülkede dolaşımı mümkün olmayan bir senet kadar hükümsüz olduğunu... Kaçak bir yolcuya durak olmanın bazen hata olduğunu, yine de her gelen yolcuya kucak açmanın asalet olduğunu, fazla merhametin aslında hamaset olduğunu, masumiyet karinesinin neden varolduğunu, neden zamanla “hiç” olduğunu, bir doğrunun birden fazla yanlışa malolduğunu ve bir yanlışla binlerce doğrunun ortasında neden kaybolunduğunu...

Bu yüzden, üzgünüm beyler! Kelimelerimin artık sizinle hiç bir ilgisi yok! Çünkü kadın zulmünün neleri yok edebileceğini çok daha iyi biliyorum artık. Çünkü sizin kalbinize merhamet yükleyenin de yüklemeyenin de, bunu kadın eli marifetiyle
gerçekleştirebileceğini öğrendim. Çünkü er kişi olarak dünyaya gelmediği için, ömrünü erkil olana adayan çok kadınla hasbihal ettim. Çünkü iktidar olmaktan ümidini kestiği için hanımlıkta takdire şayan olmakla yetinen kadınların sözlerini hatmettim. Bahsi geçen hemcinslerim; gözüken her bir saç telimiz için bin yıl yanacağımız avuntusuyla sizin gibi kendilerini aklamıyor, etek boyumuzla karakter analizi yapmıyor. Dolayısıyla yalnızca gördüğüne müstenit değil. Buna rağmen zaaflarımızın üzerinde tepinerek sizin çıkmaz sokaklarınıza gizli geçitler kazıyorlar. Bazen bilerek, bazen bilmeyerek... Bu sebeple artık her bir saç telimiz için yalnızca bin yıl yanmakla kalmıyor, aynı bin yıl içerisinde bir de topyekün mücadele ediyoruz. Bu bin yıllık savaşın hicri takvime göre mi yoksa miladi takvime göre mi hesaplanacağı hususu ise hala muğlak. Eğer hesap Hicri takvime göre ise tarih hep daha yakına gelir ve cem-i cümlemiz sonsuzda erir. Üzgünüm beyler! Kelimelerimin artık sizinle hiç bir ilgisi yok! Çünkü sizin attığınız hiç bir taş değmiyor da bana, hemcinsimin attığı bir gül ile devriliyorum hala. Bu yüzden yalan cümlelerim bile en çok kadınlar için. Yaşasın emekçi, kelekçi ve ikircikli tüm
kadınlar! Ah bir de Fatımalar...

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar