Ikigai

Ikigai, inanılmaz mucizelerden bahsetmiyor; ama mucizenin içinde bir yerlerde gizli olabileceği ihtimali kimi mutlu etmez ki?

Hande Büşra Koca

Önyargılarımdan arınmak için öyle işkembe-i kübradan atıp tutmak bana yakışmaz dedim ve koştum çok satanlar reyonuna. Çok satanlar reyonu renkli, çok satanlar reyonu popüler, çok satanlar reyonu çok satıyor. Aynı günün sabahına japon kahvesiyle başladığımdan mıdır bilinmez, elim Ikigai’ye gitti.  Turkuaz bir kapağı var. Üzerinde baharı karşılayan pembe çiçeklenmiş bir ağaç dalı…

Okuduktan sonra hayatım değişmedi ama gerçekten bir parça güzelleşti. Bu kitap Japonların uzun ve mutlu yaşam sırrını açıklıyor. İnanılmaz mucizelerden bahsetmiyor; ama mucizenin içinde bir yerlerde gizli olabileceği ihtimali kimi mutlu etmez ki? İşte bu kitabı okuduktan sonraki hissiyatım: Bir acı tebessümle yeni bir şeylere tevessüle cesaret edebilir miyim Olric?

Hector Garcia ve Francesc Miralles’ın bu kitabı kaleme almadan önce keşfettikleri ilk şey; en uzun ömürlü ve en mutlu insanların Mavi Kuşak bölgesinde yaşadığı olmuş ve yaptıkları araştırmalar sonucu bu insanları daha yakından tanımak için Okinawa’ya gitmişler. Orada karşılaştıkları insanlar, insanların alışkanlıkları, gelenekleri ve ritüellerinden etkilenerek Tokyo’da Ikıgai’yi yazmaya karar vermişler. Merak edenler ayrıntıları kitabı edindikten hemen
sonra öğrenebilir. Ancak kitapta beni en çok etkileyen ki belki de pek çoğumuzun en çok ihtiyaç duyduğu şey olduğundan; akışın her uğraşta yakalanması tavsiyesi oldu. Yazarlar burada Einstein’a atıfla “Elinizi sıcak bir sobanın üzerine koyduğunuzda bir dakika bir saat gibi geçer. Hoş bir kızla geçirdiğiniz bir saat ise bir dakika gibi geçer. İşte bu izafiyettir.” diyerek her türlü kaygıyı unutturacak kadar zevkle yaptığımız, yada yaparken kendimizi zamandan münezzeh
kıldığımız şeyin ne olduğunu bulmamızı, akışın yakalanmasının ise bu yolculukta bize yardımcı olacağını söylüyor.

Akışı yakalayabilmek için ise 7 koşul saymışlar;

1. Yapacağınız şeyi bilmek
2. Bunu nasıl yapacağınızı bilmek
3. Bunu ne kadar iyi yaptığnızı bilmek
4. Nereye gideceğinizi bilmek
5. Belli zorlukları algılamak
6. Belli becerileri algılamak
7. Dikkat dağıtıcılardan uzak durmak

Yazarlar bu 7 koşulu uygularken birkaç da strateji belirlemiş. Bunlardan ilki, bir görev seçmek: Yaptığımız işin kapasitemizin altında olmasının bizde ilgisizlik yaratacağı, üstünde olmasının ise pes etmeye neden olacağı üzerinde durulmuş ve yapılan işe/görev/kazanıma bizi güvenli bölgemizden çıkaracak; ancak çok da zorlamayacak bazı yenilikler eklenmesi tavsiye edilmiş. İkinci strateji ise hedefin net olması ki bunu açıklarken kitaptan aynen alıntı yapıyorum: “Boston
Consulting Group tarafından yapılan bir çalışmaya göre, patronları hakkında soru sorulan çok uluslu şirket çalışanlarının bir numaralı şikayeti “takım misyonunun net bir şekilde ifade edilmemesi ve sonuç olarak hedeflerinin ne olduğunu bilmemeleriymiş.” Yani hedef ve motivasyon da akışta kalmamızı sağlayan önemli etkenler. Ve bir diğer strateji olarak tek bir göreve yoğunlaşmak: Yazarlar bu kısımda bazı açıklamalar yapmış ancak ben emir kipiyle özetleyeceğim; film izlerken yemek yeme, kitap okurken telefonu sessize al ve yaptığın şeyin
aynı zamanda kontrolcüsü ol; yani dikkatini dağıtacak şeylerden uzaklaşarak o an her ne yapıyorsan ona saygı duy. Kitabın yazarları bu stratejileri uygulayınca daha rahat akışta kalabileceğimizi ve kendi ikigaimize daha kolay ulaşabileceğimizi söylüyor. Dur dur biliyorum. Hayat 1 su bardağı süt, 1 su bardağı şeker ve alabildiğince un şeklinde formülize edilemiyor, iki kere iki her zaman dört etmiyor ve mutlu insanlar da her nedense hep denize sıfır yaşıyor; ama Okinawa’da durum biraz farklı cereyan etmiş. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan en çok etkilenen yerlerinden biri olan Okinawa, savaş sonrasında da kaynak eksikliği sebebiyle çok sıkıntı yaşamış. Bu durum onları bizdeki gibi kader mahkumluğuna sürüklememiş olsa gerek ki şuan Japonya’da yaşayan en uzun ömürlü insanlar bu coğrafyada yaşıyor. Örneğin; “Hara hachi bu” denilen bir deyişleri var ki çevirisi “Midenin yüzde seksenini doldur” demek. Meğer japonların azar azar pek çok şey yemelerinin sebebi de toplumsal hafızalarından ileri geliyormuş. Hatta küçük tabaklarda küçük porsiyonlarla yemelerinin sebebi de buymuş. Farklı besin gruplarını aynı zamanda ve aşırıya kaçmadan tüketiyorlarmış. Bir diğer özellikleri ise yalnızca bedenen değil, ruhen de kendilerini yeteri kadar besleme eğiliminde olmalarıymış. Dikkat edersen yeteri
kadar dedim. Zira ne azına tamah ediyor, ne de fazlasına göz dikiyorlarmış. Örneğin Budizm’den miras kalan bir diğer sözleri “Om mani padme hüm.” Om; egoyu arındıran cömertlik, ma; kıskançlığı arındıran ahlak, ni; tutkuyu ve arzuyu arındıran sabır, pad; önyargıyı arındıran hassasiyet, me; açgözlülüğü arındıran teslimiyet ve hüm; kini arındıran bilgelik.

Peki tam olarak nedir bu ikigai? Neden bunu arıyoruz? Saklambaç mı oynuyoruz?
Aslında biraz evet. Bilinçaltımızda bizden habersiz milyonlarca muharebe ve bir o kadar hasret olduğunu düşününce, ikigai arayışı da bir saklambaç oyununa benzetilebilir. Fakat burda ebe olan da sobeleyecek olan da sensin. Kabaca “hep meşgul kalarak mutlu olma” olarak çevirilse de aslında çok daha derin bir anlamı var. Japonlara göre ikigai; varoluş sebebimiz, yani yeni bir güne başlama sebebimizmiş. Hayattaki misyonumuz, yaptığımız iş, yaparken en zevk aldığımız
yada en iyi yaptığımız “şey” olarak çeşitlendirilebilir. Ama bence “yeni bir güne başlama sebebi” ifadesi tüm bu tanımları kapsıyor ve beni de en Victor Hugo yanımdan vuruyor.

Ikigai’ni düşünmekten senin de kaçtığını biliyorum. Şehirde hepimiz bunu düşündükten sonra şakaklarımıza kadar batacağımız o karanlıktan korktuğumuz için genellikle düşünmemeyi tercih ediyoruz. Ama ikigaini bulman ille de halihazırdaki tam zamanlı işini bırakman ve bir karavan kiralayıp dünyayı gezmen anlamına gelmiyor. Gerçek olan bu değil. (Bizi bu sığlık öldürecek Muharrem! Bu ağzımız sulana sulana izlediğimiz hayatlar, tektipleşen hayallerimiz öldürecek!) Modernizmle hayatımıza giren yalan rüzgarından kendini alamayıp, hep daha
fazlasını isteyen, istediğine ulaştıkça doyumsuzlaşan ve nihayet kırmızı başlıklı kızı yutan kurt hastalığına senin kadar ben de yakalandım. Hatta bu kitabı okuduktan sonra Japonya’ya giden uçak seferlerine bakarak post-modern acılarıma bir yenisini daha kattım. Ancak karşılaştığım bilet fiyatlarıyla derhal kendimi toparladım, bilgisayarımı açtım ve işte bu yazıyı yazdım. Çünkü
gerçek olan Japonya’nın çok uzak olduğu, Ogimi’ye gitmemin bir süre daha mümkünsüz olduğu, Japonlarca üretilen tek içimlik poşet filtre kahvenin bir şekilde done dolaşa benim cebime girmiş olduğu, son Japon kahvesini benimle paylaşacak dostlarım olduğu ve ikigaimin ahanda şuracıkta durduğuydu.

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar