Obezite cerrahisi, işkembeler ve bazı işkenceler üzerine

İş bu yazı alıp alıp verip, tekrar alıp tekrar verdiğim kilolarım için son isyanım olup, kafamın içindeki şişmandan kurtulmak üzere kaleme alınmıştır.

Hande Büşra Koca

Başıma gelenler zahirdir; ama içinde bulunduğumuz zaman sizin de çok iyi bildiğiniz üzere ahirdir, bu sebeple şekilciliğin son kertesinde moda olan balıketli kadınlar kalbimizde hep birincidir. O ne güzel vekildir. Evet başlıyorum. Haydi vira. Hiç çikolata peşinden ağlayan bir çocuk olmadım. Yemekte ikinci tabak istemek bizim evde günahtı. Haftada en fazla bir defa pilav yapılırdı ve kendimi bildim bileli kepekli ekmek yenirdi. Bir bütün somunu yarıp, arasına Nutella sürmüyorduk. Yani öyle homini de gırtlak pufidi kandil tumba yatak bir yaşantım yoktu; ama 5 yaşından beri düzenli olarak kilo alıyordum.

Annem yıllarca beni pek çok doktora götürdüğünü; ama hepsinin yediklerine dikkat etsin diyerek postaladığını anlatır durur.
Şişmandım; ama tatlı şişmanlardan. Hani bu tontiş dedikleri var ya. Heh işte onlardan. Ufak çaplı bir celebrity’dim. Herhangi bir ortama girince ben ve kilolarım her zaman çok ünlüydük. İlkokulda sınıf öğretmenleri boy-kilo ölçüp renkli bir grafik boyarlar ve tahtanın yanına asardı bildin mi? İşte o grafiğin en tepesinde, hem boyda hem de kiloda en yüksek verilere sahip şişman kız var ya... İşte o bendim sevgili okur. Kilolu insanların pek çoğunun aksine yağlarımı, kolum bacağım gibi benimsemiştim. Beni rahatsız etmiyordu. Sonradan almamıştım çünkü. Kendimi bildim bileli ben ve ailem diğerlerinden iriceydik. Büyük insanlardık biz. Genetik bir miras gibi nesilden nesile, sevgiyle büyüyorduk. Ben de büyüdüm tabi. Erdim gençlik çağlarıma...
Liseye iki hafta geç başladım. Herkes de beni merak ediyormuş meğer. Anadolu Lisesi kazandığı halde okula gelmeyen bu keriz kim diye. Neyse, öyle böyle derken girdim sıraya, sonra bir baktım; geldiğim gün yeni sıralar da gelmiş okula. Eski tahta sıraları kaldırıp, yeni sıraları öğrencilere taşıtıyorlar. Taşıdım sıramı, koydum en öne. Dayadım dizimi, soru soranları cevaplıyorum. İnsanları izliyorum. Özel okul çocuğuydum ben. Devlet okullarına en dandik sıraların alındığını nereden bilebilirdim ki? Demirden yapılanlar gibi sandım, yüklendikçe yüklendim. Meğer plastik, naylon gibi birşeymiş...

Ee kırıldı haliyle. İçine doğru göçtü, böyle
yamuldu plastik tekli sıra. Düşünsene yeni bir okuldasın, yeni bir sınıftasın, dört yılın ardından ilk ortam değişikliğin, ergenliğin en deli zamanları ve sınıftaki herkes iki haftadır seni merak ediyor. Sen hem şişkosun hem de utanmıyorsun sırayı kırıyorsun. Hababam Sınfı’nda bile böyle kara mizah görülmemiştir sanıyorum. Neyse birkaç arkadaş geldi kaldırmaya çalıştı; ama kalkamadım gülmekten. Çok şaşırdılar ben gülünce. Ne yapacaktım ağlayacak mıydım, deli miydim ben be?! Gerçi nereden bileceklerdi, babamın evde bana ayıcık diye seslendiğini,
dedemin topalak kızım diye sevdiğini... Bu olaydan sonra adım sexy dana olarak kaldı tabi o ayrı. Ama farkettiysen herşeye rağmen şişko patates olmadım. Zaten ben hiç bir zaman şişko patates olmadım. Diğerlerinden en büyük farkım da buydu galiba. Çünkü benim için şişmanlık; adeta göğsümde taşıdığım bir madalyondu. Beni ben yapan şeylerden biriydi. Kahverengi gözlerim gibi, iri burnum gibi, elimdeki doğum lekem gibi... Büyüktüm işte. Gönlüm de büyüktü be! Bir gülerdim, yer gök gülerdi. Bu yüzden düştüğüm yerde kahkahalar atarken insanların garipsemesini anlayamamıştım o an. Bu olaydan çok sonra... Çok çok sonra anladım. Neyse...

Lise sonda Cerahpaşa’da bir doktor teşhis koyabildi sonunda bana: “Polikistik Over ve Hipoglisemi. Üniversiteye başlayacağım diye çok ihtimam gösteremedik haliyle. Ve üniversite başladı. Her gün dışarda yemek yiyor, tabağımı silip süpürüyordum. 1,5 porsiyon şiş ciğeri kimyon-tuzla yağlı ekmeğe sarıp yaylana yaylana yemeye bayılıyordum. Hareket etmeyi sevmiyordum. 100 kg üzerindeki hangi canlı hareket etmeyi seviyordu ki? Belki bir at? Ama evet hatalarımdan bahsedeceksek eğer, hareket etmeyi sevmediğim halde kremalı makarnayı çok seviyordum. Bu günde 2 km yürümeyi bırakır bırakmaz 5 ay içinde 25 kilo almamı haklı göstermiyordu yine de. Defalarca diyetisyen değiştirdim. Maksimum 16-17 kg verebildim. Her defasında verdiğim kiloları geri aldım. O beş kilo varya o beş kilo... O her defasında nasıl katlanarak büyüdü hala anlamıyorum. Bir adım ileri gidiyorsam beş adım geri gidiyordum. Hayattaki en büyük mücadelemi metabolizmama karşı vermek zorundaydım ve ben çok üşengeç bir insandım. Bu
yüzden çok uzun süre devam ettiğim bir diyetisyenim olmadı; maksimum 8 ay dayanabildim o işkenceye. Zaten 16-17 kg’ı da, o 8 ayda verebildim. Her gün yürü dediler. Her gün yarım saat…
Bir ay sürdü her gün yürüme maceram. Neden biliyor musunuz? Çünkü Hukuk okuyordum Hukuk. Sınavdan önceki son gece yalnızca okuduğumu anlayarak sınava giremezdim ben. Sabaha kadar ders çalıştığım zamanlar oluyordu. Vize-final dönemleri 1 ay ara veriyorduk diyete. O 1 ayın sonunda sadece uykusuzluktan 3 kg’ı geri alıyordum zaten. Sonra sil baştan bir
daha…
En sadık kaldığım diyetisyenim bir gün bana “Ya çok tatlısın seni ısırmak istiyorum; ama seni zayıflatamıyorum, başka bir arkadaşıma yönlendireyim mi?” dedi. Yönlendirdi. Liste biraz değişti. Ama mucizeler yaratmaya yetmedi. Ben de yoruldum mücadele etmekten. İşe de başlayınca, masabaşı iş hayatında otur otur karpuz gibi büyüdükçe büyüdüm. Karpuz demişken bununla ilgili bir hikayem daha var herkese anlattığım:
Bir gün mahallede kızlarla oynuyoruz, yine yaşımın küçük, pahamın büyük olduğu zamanların birinde, sokağımıza kaldırım yapmıştı belediye. Yüksekçe bir şey yada bana öyle geliyordu, bilemiyorum. Arkadaşlarım hop hop atlıyor kaldırımdan. Ben “ıııııhhh, ooooh, pfffff” diye zorlanarak atlıyorum kaldırımdan. Hatta atlamıyorum, bacağımı uzatmak suretiyle tıksırıyorum diyelim; zira o atlamaktan sayılmaz. Utandım abi. Bu iş dedim böyle olmaz; çıktım eve anneannemin banyo yaparken kullandığı tabureyi aradım. Amacım tabureyle yüksekten atlama alıştırmaları yapmak. Bulamadım. Kadıncağız almış, kaldırmış bir yere. Baktım mutfakta şöyle
en irisinden ve de kesmecesinden bir karpuz... Aldım karpuzu, koydum önüme çıktım üstüne. Sonra bir iki denge denemesi derken GÜM! Karpuz altta ben üstte tekerlendik. Sese geldi annemler. Karpuzla beni görünce de şoka girdiler. 1 hafta kolum askıda gezdim. İncinmişti. Ah yazık dedin mi içinden? Deme deme. Öyle deme. Bu hikaye bana hep ne kadar azimli ve çalışkan bir kız olduğumu hatırlatır.
Sevgili doktorlar, mühendisler, bilumum akrabalar ve başkalarıyla ilgilenmekten kendi zaaflarını farkedemeyip komplekslerinin içerisinde helak olan çirkin kızlar(bu arada size çirkin dememin sebebi içinizdeki iblisi gizleyememeniz; yoksa genelde yaratılanı sevmeye meyyal biriyim); “Kilo bir sağlık problemidir ve günde 8 dilim kepek ekmeği veren diyetisyenlerle çözüme kavuşturulamayacak kadar ciddi bir sorun haline gelmiş olabilir.” Yani sizin sadece bir ay dişinizi sıkarak verdiğiniz o 5 kiloyu bir başkası 5 ayda 25 kilo olarak geri alıyor olabilir. Hemen habislik
kokan suizanlarınızı kendisine yöneltmeden önce ciddi bir sağlık problemi olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurun ve lütfen nasıl bir problem olduğunu merak etmeyin. Ama merak ediyorsunuz biliyorum. Bu yüzden birkaç örnekle pekiştireyim. Örneğin; melun şişkonun Tiroid, Polikistik Over, obezite, şeker hastalığı, Hipoglisemi gibi hormonel ve bir o kadar rasyonel
verilere dayanan bir veya birden fazla sağlık problemi olabilir. Bu rahatsızlıkların bazen hepsi, bazen bir kaçı birleşerek genç bir hayatı mahva sürüklüyor olabilir. Ve hatta son yapılan araştırmalar gösteriyor ki; küçükken istismara uğrayan çocukların pek çoğu (farkında olmasalar dahi) yeme bozukluğu ile mücadele ediyormuş. Demem o ki, aslında karşınızdaki pisboğaz bir şişkodan çok, aşağılık bir suçun mağduru olabilir. Sessiz kalmak zorunda bırakılan tüm masum
çocuklar için bir kez daha yazıyorum; karşınızdaki pisboğaz bir şişkodan çok, aşağılık bir suçun mağduru olabilir. Bunda yurtdışında gerekli kriterleri sağlamadığı için tırlarla geri gönderilen domateslerin ülkeye tekrar sokulması ve tarafımızca tüketilmesinin de payı olabilir. Mümkündür. Fakat bu konuda uzun uzadıya konuşmak da benim haddimin bittiği yer olabilir. Aslında olmayadabilir. Şişmanlığın bazen psikolojik, bazen metabolik, bazen histerik, bazense trajikomik bir hikayesi olabilliyor. Benimkinde birkaçı vardı. Belki de yoktu. Esasen bu kimseyi
ilgilendirmiyordu. Ama yıllarca herkese açıklama yapmak zorunda bırakıldım. Herkese. Çünkü herkesin en sevdiğim şairden ziyade merak ettiği en nadide bilgi buydu. Neden bu kadar kiloluydum? Hiç diyet yapmamış mıydım? Rahatsız olmuyor muydum? Nasıl olmuyordum?
Sevgilim var mıydı? Gerçekten miydi?
Allah topunu kahretsindi…
Meğer sonradan kilo alanlar oldukça rahatsız oluyormuş kilolarından, bunalıma giriyormuş. Güvenli alanımdan çıkınca öğrendim. Tam olarak cemiyet hayatına karıştığımız, hani o sevdiğimiz insanların sevdiği insanlarla falan tanışılan, çok yakın arkadaşlarımızın yavaş yavaş büyük adam olduğu yada daha doğrusu büyük adam olduğunu zannettiği, insanlarla tercih ettiğimiz için değil mecbur olduğumuz için bir arada durmaya başladığımız bir dönem var. İşte tam olarak o dönem anladım ki; benim yağlarım, yalnızca bana değil, başkalarına da mutluluk
saçıyormuş. Düşünebiliyor musun? Emanetime bakıp bakıp, bundan başka binlerce özelliğim olmasına rağmen hem de, yetersizlik hissiyle kavrulan gönülleri mest oluyormuş. Çünkü şişko olduğum için bütün yarışlarda zaten hükmen mağlupmuşum da haberim yokmuş. Karşımda 150 kelimeyle Türkçe konuşmalarına, o kocaman ağızlarına, nasipsiz suratlarına rağmen... Bunu ilk
farkettiğimde 25 yaşındaydım. 25 koca yıl... Çok geç değil mi sizce de? 25 yıl boyunca beni bu kadar kötülükten uzak tutabilmeyi başaran aileme ve iyi insanlarla karşılaştıran rabbime sonsuz teşekkürler. Fakat ben devam edemedim. Yenildim. Çoktan 118 kg olmuştum bile. Sonra bir gün; fiyordların orta yerinde bir gemiyle seyrüsefer ederken(bakın şuan çok havalıyım); aldım ailemi karşıma ve dedim ki; “Artık böyle yaşamak istemiyorum.” Kutsal emanete ihanet ediyor gibi hissettim ilk önce. Ama yoo, devam ettim. Ben irademi kimseye ispatlamak zorunda değildim, bu konuda yıllarca ne kadar mücadele ettiğimi biliyorlardı.
Yorulmuştum. “Mide operasyonlarını” değerlendirelim dedim. Asıl mücadelemin bundan sonra başlayacağını bilmiyordum elbette. Hem işkembemle, hem gür kahkahalarımla, hem çirkin kızlarla, hem de karpuzla...

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar