Al Mari , şu patiskayı da kızın çeyiz işlesin!

Deniz kıyısında, küçük bir mahallede büyüdüm ben. Çevrem, Meliha teyze gibi zamanında Selanik’ten göç etmiş insanlarla doluydu...

Armağan Karagöz

Dün akşam, iş çıkışı komşuma rastladım. Bahçesinde çiçekleri ile uğraşıyordu. Hava da güzeldi bahçede oturup, sohbet ettik biraz.   Gün içinde yaptıklarını anlattı, İmam Hatip Lisesi’nde öğrencilere Gassal eğitimi vermiş, ”nasıl yani, sen bu işi biliyor musun?” dediğimde  “Evet, istersem yapabilirim, ama yapmıyorum” yanıtı karşısında, şaşkınlığıma güldü. Hâlbuki, duyduğum ilk anda, neler geldi aklıma bir bilse…

Karşı komşumuz olan Meliha teyze, üç katlı ahşap evinin, bir oda, bir mutfak olan ön kısmında, iki oğlu da evin arka bölümünde otururdu. Gelinleri arasında, küçük gelin daha makbuldü, çünkü kendisine onun baktığına inanırdı. Çalışarak, ekmeğini kazanan mahallenin tek kadınıydı. Yakın civarda, ne zaman bir kadın ölümü olsa, yıkamak için ilk akla gelen olurdu. Dini kuralları da yerine getirerek, mesleğini en iyi şekilde yaptığına inanırdı. Eğer, mevtanın ilginç bir hikâyesi varsa anlatırken olayın içine öyle bir girerdi ki ağlamasından ne dediği anlaşılmazdı.  Mevtanın yakınlarınca, kefen olarak verilen kumaştan artanları da çeyiz yapsınlar diye mahallenin gelinlik kızlarına dağıtırdı. Türk kahvesini çok severdi, hele bir de kışın mangal üzerinde pişirdiyse, o kahvenin mis gibi kokusu dört bir yana yayılırdı. Kahve kokusuna üşüşen biz çocuklara da “siz çocuksunuz, bıyıklarınız çıkar ya da karamuk olursunuz” derdi ve pek içirmezdi. 

Deniz kıyısında, küçük bir mahallede büyüdüm ben. Çevrem, Meliha teyze gibi zamanında Selanik’ten göç etmiş insanlarla doluydu. Hepsi birbirini tanıyan bu tontonlar, genelde kendi aralarında komşuluk ilişkileri sürdürür, mahalleye dışarıdan gelenlere mesafeli olurdu.  Meliha teyzede durum biraz daha farklıydı, diğerlerine göre  çevresi biraz daha geniş ve daha çok  tanınırdı.

Meliha teyzemin üç oğlu vardı. Büyük oğlu balıkçılık yapardı. Hasar gören balık ağlarını, bahçesinde onarır, biz de bazen ucundan tutar, yardım ederdik. Eğer, o gün fazla balık varsa ya da satılmamışsa ki bu ya hamsi ya istavrit olurdu, bahçede, küçük tüpün üzerinde kızartılır, orada bulunan bizlere sıcak sıcak, ekmek arası servis yapılırdı. Yaz akşamları, sahilde mısır da satardı. Çuval çuval mısırlar geldiğinde, bazen, mahallenin çocukları hep beraber oturup, soyulmasına yardım ederdik. Evden izin koparabilirsek, akşamları sahilde, mısır arabası ile satış yapan kızına eşlik etiğimiz de olurdu.

Zararlı denebilecek tek alışkanlığı bira  içmesiydi.  Kazandığı parayı, alkole verdiği için ailesini  çok üzer, ama gene umursamaz, bildiğini okurdu. İlerleyen zamanda, sağlığı bozulduğu için ne balıkçılık yapabildi ne de mısır satabilir oldu…

Meliha teyzem, büyük gelinini pek sevmezdi, ama o sevmediği büyük gelin, bizim,  dünya tatlısı, çakır gözlü Nurşen teyzemizdi.  O’da gelinleri arasında ayrım yaptığı gerekçesi ile Meliha teyzeyi sevmezdi  ve her ne kadar yüzüne anne dese de arkasından “kaynanam” kelimesini eksik etmezdi.

Nurşen teyze, evin kendisine ayrılan iki odasında çocukları ile beraber 7 kişi yaşıyordu ve bu durumdan şikayetçi değildi. O küçücük ev o kadar tertipliydi ki bir kere dağınık görmek mümkün değildi. Derme çatma dolaplarda, mukavva kutular içinde sıra sıra dizilmiş, bana göre, dünyanın en muntazam ve temiz çamaşırları dururdu. Genel anlamda, güleryüzlü ve misafirperver bir kadındı. Kocası hakkında, kötü söz söylediği duyulmazdı ama bazen duyardık eşinden şiddet görürdü ki o zaman ortalarda hiç görünmezdi.

Nurşen teyzemin büyük kızına görücü haberi geldiğinde, ortamı müsait olmadığı için ilk anda çok üzüldü, çünkü, gelenler bir rivayete göre zengindi.  İmdadına mahaleden yakın komşuları yetişti. İlk iş tam set kahve ve çay takımı bulundu, yeme içme elbirliği ile hazırlandı ve o zengin görücüler hiç bir şey anlamadan çok güzel uğurlandı. İlerleyen zamanda, telli duvaklı kızını evlendirdi  ama kötü haberi alması fazla uzun sürmedi. Kızı, eşinden fena halde şiddet görüyordu. 

Ortanca kızı, tam eli maşalı derler ya o cinsten, değme erkek çocuklara taş çıkartırdı. Zaten, genelde, mahallenin erkek çocukları ile oynar ve icabında onları döverdi. On sekiz yaşına girdiği ilk günlerde, çalıştığı işyerinden bir delikanlı ile kimseye haber vermeden evlendi. İki gün dargınlık sonrası üçüncü günde de ailesiyle barıştı.

Küçük kızı, huy olarak anneye benzeyen, sessiz sakin ve en saf olandı. Bir gün, o sessiz kızla ilgili bir haber geldi; ortadan kaybolmuştu!  Kaçırıldı ya da kaçtı mı? İlk anda akıbeti bilinmedi. Nurşen teyzem günlerce, iki gözü iki çeşme ağladı. Aradan bir zaman sonra haberi geldi,  hayattaydı, ama kendinden epeyce büyük bir adamla beraberdi.  Eve döner dönmez ilk iş nikâh kıyıldı ve çok uzaklara, bir gecekondu muhitine gelin gitti.

Büyük oğluyla gurur duyardı.  Oğlu,  meslek lisesini bitirmiş, demir doğrama işi yapardı. Eli ekmek tutan, sigortası olan ailenin tek üyesiydi. Bu yüzden olsa gerek, her sorunda kendisine danışılır, kardeşleri ile ilgili kararlar ona bırakılırdı.  Zamanı geldiğinde, tanıdık aracılığı ile  evlendirdiği oğlunu, kız tarafının yakınında bir eve yerleştirdi. İlerleyen zamanda da, eskisi kadar gelip gitmeyen oğlunu soranlara yanıtı basitti; “uzakta, nasıl gelsin oğlan”

Bugüne geldiğimizde, büyük kızının eşi cinayet suçundan hapse girdi, ortanca kızı boşanıp annesinin yanına geri geldi.  Nurşen teyzem, halen hayatta, yürümekte biraz zorlanıyor. Sigortası olmadığı için yeşil kart bağlandı. 

Meliha teyzem mi? Bir gece ansızın hastalandı ve hastaneye kaldırıldı. Bir daha da evine gelemedi, sessizce aramızdan ayrıldı. Kimseyi üzmeden, kimseyi yormadan…

Zamanı geriye sarsak; bir öğlen vakti, bugünlerin aksine, habersizce kapımız çalsa ve karşımda Meliha teyzemi bulsam! Bir elinde beyaz bir kumaş, diğer elinde, omzunda asılı siyah feracesinin uzun eteği, ağır ağır merdivenleri çıksa, Anneme;  “al mari, şu patiskayı da kızın çeyiz işlesin” dese,  karşılıklı kahve içseler, içinden geldiyse bir de fala baksa, camın önüne kadar uzanan, beyaz çiçek açmış Akasya ağacının karşısında, uzun uzun sohbet etseler…

Kim bilir, biz görmesek de belki sohbet edilir, bizim bilmediğimiz ve görmediğimiz bir mekânda…

Rahmet ve bin minnetle…

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar 1 yorum