Myanmar gezi notları-4

Yıllardır fotoğraf ve belgesellerden izlediğim bu insanları yakından görmek ve yaşamlarına dokunmak, hayallerim arasındaydı. İşte kayan kadınlar...

Armağan Karagöz

Kayan kadınları

Uzun boyunlu kadınlar olarak tanınıyor. Yaklaşık 20-25 tane, 10-12 kg ağırlığında pirinç halkaları boyunlarında taşımaları ile biliniyor. Bu halkalar, boyunları uzatmak yerine, zaman içinde ağırlıkları ile aslında boyun kaslarına hasar veriyor. Çıkarıldığında ise kaslar zayıfladığı için en ufak yanlış bir harekette ölümcül sonuçları olabiliyor. Halkalar hareket kabiliyetlerini sınırladıkları için ne kafalarını kaldırabiliyor, ne aşağı yöne ne de geriye doğru boyunlarını hareket ettirebiliyorlar.

Bu kadınlara ait rehberin bize aktardıklarının yanı sıra okuduğum literatürde de kesin bir bilgi bulamadım, değişik rivayetler var:

Bazılarına göre, zamanında köle ticareti yapanlara karşı çirkin görünmek için,

Bazılarına göre, altınları eriterek, göç yollarında soyulmamak için,

Bazılarına göre, vahşi hayvan saldırılarına karşı korunmak için,

Bazılarına göre ise güzel görünmenin yanı sıra, bu halkalar, zenginliklerinin bir göstergesi olarak düşünüldüğü için de takılıyor.

Ejderha soyundan geldikleri inancı ile bu boyunlukları takarak dişi ejderhanın görünüşüne benzedikleri düşüncesi de bir efsane olarak günümüze kadar gelenler arasında.

Bu anlatıların, hangisi doğrudur, ya da hepsi mi doğrudur bilinmez, ama gerçek olan bir şey varsa o da, bu halkaların gerçekte boynu uzatmadıklarıdır.

Bu halkaları boyunlarından hangi koşulda çıkardıkları konusunda da değişik rivayetler var, bir anlatıya göre; bu halkalar ya bir suç işlendiğinde ya da zina yapıldığında çıkartılıyor ki buna ölüm fermanı da denilebilir. Başka bir anlatıya göre ise, eşlerinden ayrılan kadınlara, terk edildikleri anlaşılsın diye bu halkalar boyunlarından çıkarttırılıyor. Bu rivayetler dilden dile günümüze kadar gelmiş ve görünen o ki, “Kayan kadınları” bizim gibi değişik kültürleri, insanları tanımayı sevenler için ilgi çekmeye, merak uyandırmaya ve araştırmaya devam edecek.

Yıllardır fotoğraf ve belgesellerden izlediğim bu insanları yakından görmek ve yaşamlarına dokunmak, hayallerim arasındaydı.

Sabah, yaşadıkları köye ulaşmak için otelimizden hareket ediyoruz, Giderken, fotoğraf için güzel yerler gördüğümüzde ufak molalar da veriyoruz.

Myanmar yazıları Armağan Karagöz

Myanmar gezileri Armağan Karagöz2-3 saat sonunda aracımız, çoğunlukla el ürünleri satan açık bir pazar önünde duruyor. İlk kez orada bu insanları yakından görüyorum. Ve bir hayalim daha gerçekleşiyor…

Myanmar kayan kadınlar

Pazar yerinde kadınların fotoğraflarını çekiyor, ufak tefek alışveriş yapıyoruz, az da olsa yaşamlarına dair bir fikir ediniyoruz.

Arabamız hareket ediyor.15 dakika kadar sonra bu defa yaşamlarını sürdürdükleri köye ulaşıyoruz. Öncesinde buraların ziyaret edilmesinin yasak olduğunu, turizmin gelişmesiyle yeni yeni ziyarete açıldığını öğreniyoruz.

Gruplar halinde dağılıyoruz, ilk anda bir evin bahçesinde bir kadın görüyoruz, gelelim mi diyoruz, bizi buyur ediyor, amacımız birkaç kare fotoğrafını çekmek, önce çardak gibi bir yerde çekim yapmak istiyoruz ama olmuyor, ışık güzel değil, merdiven başı olmuyor, pencere önü olmuyor, evin içine girelim mi diyoruz izin veriyor.

Çocukluğum, ahşap bir evde geçti benim, bu nedenle yabancı değilim böyle evlere, az çok bilirim yaşama koşullarını, ama; içeri girdiğimde, kendi evimle tek benzerliğin ahşap olduğunu görüyorum, yutkunuyorum…

Girdiğimiz odada, ilk anda, bir ateş ve kenarındaki tencereler dikkat çekiyor, tencereler isten kararmış, mutfak olmalı burası, odanın ortasında yanan da odun ateşi. Ön ve arkada iki kapısı olan, çok sade bir oda. Yerler, yaşını belli edercesine kararmış tahta döşeme ile kaplı, odada yanan ateşe rağmen yerler tertemiz. Bugün düşünüyorum: odada yer masası var mıydı? Hatırlayamıyorum! Kenarda bir iki çuval, asılı kurutulmuş bir iki erzak göze çarpıyor, bir de köşede bir iki örtü yığını ve önünde duran yarı dikey bir sepet…

İzin aldık ya, başlıyoruz her bir açıdan fotoğraf çekmeye! Sesini çıkarmıyor, masum, zarif bir şekilde ne istenirse yapıyor. Bu arada köşedeki sepete ayağım bir iki kez çarpıyor, kenara almak istiyorum ve O’nu görüyorum, pazar sepeti sandığım çantada bir bebek uyumakta!

Bu fotoğrafa her baktığımda, Kaan geliyor aklıma, daha doğmadan, oda takımına baktığımız günler geliyor, bir kez daha yutkunuyorum…

Çekime devam ediyorum, bu arada lensin ayarını bir türlü düzeltemiyorum, canım çok sıkılıyor, öylesine şansa çekiyorum. Kucağında bir çocuk ile genç bir hanım geliyor, herhalde kızı olmalı, sevimli, utangaç, bize bakışlarındaki şaşkınlık hemen belli oluyor, aynı dili konuşamıyoruz ki anlatalım kendimizi, sohbet edelim, dokunalım birbirimizin hayatlarına, sadece beden ile anlatabildiğimiz kadar iletişim kurabiliyoruz, onu da fotoğraf çekimine dâhil ediyoruz, sonra yaşlıca bir amca odaya giriyor, çok sevdik biz bu insanları…

Bizim çekimlerimiz bitiyor, bir iki kare de dışarıda alıyoruz… Ve ayrılıyoruz.

Zaman var, köyde biraz daha dolanıyoruz ve fotoğraf çekiyoruz…

Fotoğraf çekerken fark ediyoruz ki tüm ziyaret ettiğimiz kadınlar, güler yüzlü, içten, sıcakkanlı ve misafirperver. Çekimler için para taleplerini doğal karşılıyoruz ama nedense biz ilk göz ağrımızı daha çok seviyoruz.

Geldikten sonra, gruptan bir arkadaşım, Onunla ilgili çok güzel, duygu yüklü bir yazı kaleme alıyor.

İlk okuduğumda, sanki biraz bize haksızlık yapmış diyorum. Çünkü o gün o odada olan bizlerin, değerlerini ve önceliklerini biliyorum. Bir kez daha okuyorum. Yavaş yavaş aynayı kendime çeviriyorum, yüzümü bir alev basıyor!

Geçmişe gidiyorum, ahşap merdivenleri temiz görünsün diye haftada bir fırçalayan annem aklıma düşüyor, sonra fütursuzca ayakkabıları ile evimize giren komşumuzun sosyetik kızı karşısında suskun, üzgün bakışlarında annemi görüyorum.

Sanki hobi olarak değil de profesyonel fotoğrafçı gibi kendimizi kaptırışımız, bütün görgü kurallarını unutarak evin içine ayakkabı ile sormadan girme hakkını kendimizde görüşümüz, umarsızlığımız ve tüm bunları ancak bir yazı ile hatırladığım için kendimi sorguluyorum, o kadar hassasiyet gösterdiğim halde ne oldu bana!

Bir daha diyorum, bir daha asla.

Bugün bu fotoğrafa her baktığımda, içimi bir hüzün kaplıyor, içimde ona karşı isimlendiremediğim bir bağ var sanki. Zarif, masum, “Mata teyzemiz”

Ülkeme dönüyorum, sosyal medyada yer bildirimi yaparak bir fotoğraf paylaşıyorum. Ülkemden uzak bir coğrafyadan fotoğrafımın altında “fuck you Budist” yazısı görüyorum. Beni tanımadan, değerlerimi, inancımı bilmeden, sıradan bir fotoğraf ile yaftalama hakkını kimin verdiğini merak ediyorum. Profiline bakıyorum, Budist bir ülkede yaşayan radikal bir İslamcı olduğunu düşünüyorum. Yanıt vermiyorum.

Bu yazımı kaleme alırken de özellikle gördüklerimi ve yaşadıklarımı ön plana çıkarmak istiyorum. İstiyorum ki ön yargılardan uzak kim okursa okusun, gözünde, ufak da olsa bir dokunuş canlandırsın…

Hatırlarsanız, yukarıda bir yerde satırlarıma keşke ile başlamıştım; şimdi ise: unutun onları, iyi ki diyorum iyi ki gitmişim.

"Sitemizde köşe yazarı olarak yazı yazan tüm yazarlarımız yazdıkları yazı ve görüşlerden tamamıyla kendileri sorumludur. Köşe yazarlarının yazılarından dolayı İnternethaber Yayıncılık AŞ. (elmaelma.com) hiçbir şekilde yasal sorumluluk kabul etmemektedir."
Yorumlar 1 yorum